Bir önceki içerikte, izleyiciyi yakalamanın ne kadar önemli olduğundan bahsetmiştim ve bunu da ancak jenerikle ve ek olarak eğer varsa prologla yapabilirsiniz demiştim.
Sonrasında yakaladığınız bu insanı tutmanız lazım da demiştim.
Tutabilmek için de çarpıcı bir Açılış Sahnesine ve devamında tutarlı ve dengeli bir olay örgüsüne ihtiyacınız var demiştim.
İşte şimdi geldik Açılış Sahnesine.
Açılış Sahnesi, elinizdeki hikayenin, izleyici ile yaplaşılacak kesitinin yani ana olay örgüsünün başlangıcıdır. Hikaye anlatımının temel 3 basamağının, Serim ve ya Giriş ya da Kurulum denilen bu ilk basamağına daha önce bir çok içerikte değinmiştik.
Bu adım, hikayenizde izleyiciye vadettiğiniz duygunun, gerilimse gerilim, aksiyonsa aksiyon, korkuysa korku, romantizmse romantizm, dramsa dram işte bu duygunun ne olduğunu açıkça ortaya koyduğunuz ilk sahnelerdir.
Aslında bunu özetle elinizdeki hikayenin türünü ortaya koyduğunuz diyerek de özetleyebiliriz.
Ama bu tür belirleme olayı benim hep kafamı karıştırıyor.
Bazı türler evet bariz ortada ama bazıları biraz da izleyiciye göre de değişmez mi?
Ben bu yüzden, bir filmi izleyiciye vadettiği duygu üzerinden düşünmeyi tercih ediyorum.
Açılış sahnesi işte bu duyguyu ortaya koyduğumuz ilk sahne ama bir şeyleri direkt gösterdiğimiz yer değil elbette. Çünkü temel hikaye anlatıcılığının bu 3 adımından diğer ikisini hatırlarsak; Düğüm, Çözüm ya da Gelişme, Sonuç, ve ya Çatışma, Çözülme. Bu aşamaları atlamadan, bunlara uygun zemini hazırlayan, birazdan ne denli büyüklükte bir acıyla karşı karşıya kalacağımızı, nasıl gerileceğimizi, nasıl büyük bir macerayı izleyeceğimizi, nasıl bir aşk hikayesiyle karşı karşıya olduğumuzu haber verir cinsten şeylere ihtiyaç var Açılı Sahnelerinde.
Bu Açılış Sahnesi ile Prolog'u nasıl ayıracağız? Prolog'un 3 farklı yazım tekniğini bir önceki içerikte işlemiştik. O içeriğe tekrar göz atıp, bu içeriğe geri döndüğünüzde fark iyice oturacaktır kafanızda. Şimdi size hem bir prolog zannedilme olasılığı çok yüksek olan, hem de aslında çok başarılı bir açılış sahnesi olan favori örneğimi veriyorum;
Uzun zamandır en çok etkilendiğim açılış sahnesi Yorgos Lanthimos'un Efthimis Filippou ile birlikte yazdığı THE LOBSTER'a ait.
The Lobster'ın bu sahnesi neden bir prolog olarak değerlendirilemezdi?
THE LOBSTER / Bilim Kurgu - Komedi - Romantik - Dram
Ve kesinlikle meraktan beslenen bir film.
Sizin izleyici üzerinde yaratacağınız ve hikayenizin destekçisi olacak bu duygu ne?
Meraklarından mı beslenmek istiyorsunuz?
İsteklerini mi yerine getirmek istiyorsunuz?
Bakın sinema sizi iki şekilde tutar. 1 bildiklerinizle, 2 bilmediklerinizle.
Bildiklerinizi bildiğiniz için oradasınızdır, size vadedileni almaya gitmişsinizdir.
Bilmediklerinizde de meraktan oradasınızdır.
İkisinin de sürekliliği ve izleyiciyi tutmaya devam edebilmesi eşit derecede zor. Hiçbiri kolay değil. Bildiğinde hep daha fazlasınıyla onu tavlamak zorundasın. Bilmediğinde de merakını hep taze tutmak zorundasın.
Bu ayrımı he türden yani her çeşit duyguya hitap eden film için ayrı ayrı değerlendirebiliriz.
Ama sanırım en iyi açıklayabilinecek örnekler aksiyon filmlerinden gelecektir. Çünkü izleyiciye vadettiği duygu ap açık orada olan bir filmin, bu ayrımı gözeterek yaratılması, izleyiciye istediğini vererek yaratacağı tatminden değil de meraktan yararlanacak olması çok zor sağlanabilecek bir şey. Size biri meraktan, diğeri ise izleyici tatmininden yararlanan 2 sıkı aksiyon film serisinden örnek vermek istiyorum.
Bourne Serisi ve James Bond Serisi
The Bourne Identity'nin açılış dizilimine ilerledikçe, kahramanımız olan Jason Bourne'un amnezi (Kısmi ya da tam bellek kaybı/ ani hafıza kayıpları) olduğunu ve okyanusa nasıl gittiğini bilmediğini fark ediyoruz. Daha da önemlisi, onun kim olduğunu bile bilmediğini fark ediyoruz.
İşte bu, izleyicinin zihnine takılacak müthiş bir kanca. Evet bir aksiyon filmi izliyoruz. Türü bu şekilde belirtilmiş, ama henüz bir patlama, silahlı kavga ya da araba kovalama sahnesi görmedik. Yine de bizi ne türde bir aksiyonun beklediğini hissettik.
Bu sefer filmin açılış sahnesi bir prologla birleştirilmiş. Bourne anlık çakmalar şeklinde bir şeyler görüyor. Hafıza kaybı yaşamış bir kahramanımız olduğu için biliyoruz ki bu gördükleri onun geçmişinden anımsamalar. Sonra prologu açılış sahnesine kabusla bağlamışlar. Prolog'u anlatırken size bu gibi Flashback e dönüştürülerek açılış sahnesine bağlanan prologların kolaya kaçmak olduğunu söylemiştim. Evet hala aynı fikirdeyim. Ama bu film için kusursuz çalışır. Çünkü filmin ana karakteri hafıza kaybı yaşamış bir insan. Onun film serileri boyunca anımsamaları, flahbackleri ve rüyaları filmin akışı için çok önemli. Ayrıca izleyici üzerinde yarattığı meraktan beslenmeyi hedefleyen bir film için, bu merakı tetikleyici bir gücü de var bu tarz Flashback ve rüyaların.
Bu defa bir kaçma kovalama sahnesi ile açılıyoruz. Ama bu o kadar insani ve o kadar gerçekçi bir kaçma kovalama anı ki, Bourne'un yarasının acısını bile hissediyoruz. Aksiyonu gerçekçi bir şekilde gerilimle birlikte hissediyoruz. Onun acısının etkisiyle her an bilincini kaybedecek gibi oluşunu, bu etki sebebiyle gördüğü anlık çakmaları, anımsadığı anların kafamızda yarattığı yeni soru işaretlerini film çok iyi kullanıyor. Aksiyonu artık ufaktan da olsa arttırmak zorunda çünkü artık serinin 3. filminde ve önceki 2 filmde verdikleri, izleyicinin üzerinde bir beklenti yarattı. Hem biraz izleyiciye istediğini vererek yarattığı tatminden yararlanmak hem de asıl beslendiği duygu olan merakı arttırmak zorunda artık.
Film açılıyor ve su üzerinde hareketsiz yatan bir adam görüyoruz. Bu bize hemen serinin ilk filminin açılış sahnesindeki Bourne'un okyanus ortasında suda hareketisiz yatışını veriyor. Hemen sonra bu hareketsiz duran adam ustaca yüzmeye başlıyor ve dalıp derinden bir şey alıyor ve sudan çıkıyor. Sudan çıktığında bu adamın Bourne olmadığını anlıyoruz. Merak bir anda inanılmaz yükseliyor. Kim bu adam? Bourne ile ne alakası var? Yine aksiyon nerdeyse sıfır, ama merakımız o kadar yüksek ki, film bizi yine tutmayı başardı.
Bu defa film, yine prologla birleştirilmiş bir açılış sahnesiyle açıyor ekranı. 3. filmin açılış sahnesinde, kaçarken gördüğü anlık çakmaların, daha da netleşmiş, daha uzun süre gözümüzün önünde kalabilen versiyonlarını veriyor bu defa. Belli ki artık Bourne'un hafızası iyice kendine gelmeye başlamış ve artık anımsamaları anlık çakmalar gibi değil daha detaylı görebiliyor. Ama kancalar daha da büyük. Çünkü, gördüğü görüntüler Bourne'a ve dolayısıyla izleyiciye bir şeyleri açıklıyor bazı sorulara cevap veriyor ama aslında daha büyük sorulara sebep oluyor.
yine bir prolog'u anlık sıçramayla açılış sahnesine bağlıyor bu filmde. Bourne'u bir çölün ortasında görüyoruz. Çıplak elle yapılan bir dövüşe girmek üzere. Birazdan sıkı bir dövüş sahnesi izleyeceğimizi düşünürken Bourne dövüşmekten vazgeçiyor ve başta yarattığı merakın üzerine, tam aksiyonu verecekken yeni bir meraka sebep oluyor. Neden vazgeçti? Hemen arkasından da aksiyonu ulusal güvenlik istihbaratının başındaki bir sanal saldırı tehdidine yönlendiriyor. Artık aksiyon biçim ve yön değiştirdi. Serinin bu filminin açılış sahnesi, "Seri bir film beslendiği duyguyu nasıl arttırabilir ve tekniğini nasıl çeşitlendirebilir?" sorularının çok güzel bir cevabı.
Bourne Serisi, kesinlikle izleyicinin bilmediklerinden yararlanan bir film serisi. İzleyicide yarattığı merak duygusu filmin hikayesinin temel besin kaynağı. Her ne kadar ara ara istenileni verse de asılda her zaman izleyiciyi bilmediklerine yönlendirmeyi başarmış.
Şimdi bir de James Bond Serisine göz atalım. 1962'nin Dr. No'sundan 2015 Spectre'sine kadar 26 filmlik bir seriden bahsettiğimiz için tek tek saymıyorum.
Ama mesela benim favorim olan 2012 yapımı Skyfall'a bakarsak, açılış sahnesi yani filmin ilk 10 dakikası saf adrenalin dolu bir çılgınlık.
Ve çalışıyor. Niye? Çünkü zaten tüm dünya James Bond'un kim olduğunu biliyor. Ona kök salmamız için bir sebebimiz var; saf adrenalin, aksiyon görmek istiyoruz. Çünkü bize ilk filmin ilm sahnesinden beri 50 yıldır bunu vadediyor.
Bu aksiyonu daha en başında en etkileyici ve yoğun şekilde vermeli. Bunu yapmak zorunda. Çünkü James Bond, izleyiciyi bildikleriyle tutabilir. Bildiklerini vererek ve her seferinde daha fazlasını, daha hızlı bir şekilde daha ilk andan vererek.
Bir açılış sahnesi o filmin kimliğini belirleyen şey aslında.
Filmin neyden beslendiğini ve beslendiği bu duyguyu izleyiciye geri nasıl sattığını açıkça görebildiğimiz sahne ve burada ne kadar yaratıcı olabilirseniz, filmin devamında o izleyiciyi tutabilmek o kadar kolay olacaktır.
Hele ki seri filmlerde. Çünkü bir sonraki film, bir öncekinin referansıyla çağırıyor izleyiciyi.
Mesela, Jason Bourne'da yaratıcı olabilmek adına, kullandığı tekniği sürekli çeşitlendirmiş. Bezen o da izleyiciye bildiğini vererek tutma tekniğini kullanmış. Bourne onlara neyi vadediyorsa onu fazlasıyla vermiş ya da verir gibi yapmış.
Bunu yapmasının sebebi de artık izleyicinin git gide hikayeyi daha fazla bilmeye başlamasıyla alakalı. Ama yine de kasıp, üzerine düşünüp, çalışıp, sadece saf aksiyonu kullanmamış, merak avantajını kullanmaya devam etmişler.
Seri filmlerin bir de şöyle bir çıkmazı var hikaye kurgusunda.
Seri filmler, bir noktada, izleyicinin bir şeylere bağlılık duymasını sağlamalılar. Eğer bir film çok fazla eyleme olaya takılıyor ve sürekli bunu ön plana çıkarıyorsa, belli ki seyircinin hikaye ile bağ kurmasını istiyor.
Eğer bir film hikayedeki eylemlere ve olaylara çok ağırlık vermeden, karakterin karakter özelliklerinin ve o karakteri o karakter yapan öz hikayesinin ön plana çıkmasını sağlamayacaksın çalışıyorsa o zaman o film belli ki seyircinin karakterle bağ kurmasını istiyor.
Çünkü bir filme bağlılık ya hikayeye karşı hissedilir ya da karakterlere karşı.
Hatırlıyor musunuz? Karakter yaratmak üzerine konuşurken size şu ayrımdan bahsetmiştim; Hikayeye hizmet eden karakterler ve Karaktere hizmet eden hikayeler. İşte bir filmin açılış sahnesinde ağırlık verdiği, ön plana çıkardığı şey her neyse o şey, o filmin izleyiciyle bağ kuracağı bağı hikayeyle mi yoksa karakterle mi kurmaya çalıştığına dair müthiş bir ip ucu veriyor. Bourne serisi, izleyicinin Karakterle yani Jason Bourne ile bağ kurmasını hedefleyen bir film serisi.Karakter ile bağ kurdurabilmek çok önemli. Jason Bourne seyirciyle hemen bağ kurdu çünkü izleyiciye şunu hissettirdi ilk filiminin açılış sahnesiyle;"Bir gün uyandım ve karanlık bir okyanusun ortasındayım, geçmişime dair hiçbir şey hatırlamıyorum. Oraya nasıl geldiğimi bile bilmiyorum. Ne kadar korkutucu. Onu anladık, korkusunu paylaştık, onun yerine üzüldük ve geçmişini geri almasını istiyoruz, hayatını tekrar anlamasını istiyoruz. Madur durumda. İzleyici onun adına endişelenmeye ve bu yüzden onun başına gelecek şeyleri fazlaca merak etmeye başladı. Meraktan faydalanmayı bu şekilde başardı Bourne Serisi.
James Bond ise izleyicinin hikaye ile bağ kurmasını hedefleyen bir film serisi.Elli yılı aşkın süredir kötü adamlara hakkını verişini izledik. Öyle ya da böyle sonuna kazanan her zaman Bond olacak, en güzel kadınlar onun yanında, en iyi arabalar en iyi silahlar hep onda olacak. Bize birinci sınıf kaliteli son derece estetik ve hazırlıklı bir aksiyon istecek.
Gerçekçi olan hiçbir his bulamadığımız, kendimizi karakterle bütünleştiremediğimiz ama hikayedeki aksiyonu sevdiğimiz için filme bağlandığımız bir seri bu da.Bu yüzden Bond'lar 50 yılda 26 filmle 6 farklı James Bond ile karşımıza çıktı ve asla izleyicisiyle olan bağı kaybetmedi.
Bourne 4. filminde Mat Damon'ı göstermedi ve ortalık ayağa kalktı.
Toparlayacak olursak, iyi bir açılış sahnesi yazmak için;
Asla Serim, Geriş, Kurulum aşamasında olduğunuzu unutmayın. Yeni temel hikaye anlatıcılığı 3 adımından 1.sinde.
Sizin izleyici üzerinde yaratacağınız ve hikayenizin destekçisi olacak bu duygu ne olduğuna karar verin. Meraklarından mı beslenmek istiyorsunuz? İsteklerini mi yerine getirerek sağladığınız tatminden mi?
Filminizin olay örgüsü, karakterinize hizmet eden bir hikayeyle mi kuruldu? Yoksa hikayeye hizmet eden karakterler mi kullanıyorsunuz?
Bu 3 sorunun cevabını kendinize verdikten sonra, açılış sahnenizi belirleyebilirsiniz.
Bir şey nasıl başlarsa öyle gider. Bunu unutmayın. Bu hayatta olduğu gibi sinemada da geçerli bir kural. Zaten ister sinemaya hizmet eden işler üretin, ister resim yapın, ister şarkı söyleyin, ister müzik besteleyin, ister roman yazın. Sanatsal üretimin hangi tarafından üretimde bulunursanız bulunun, yaptığınız işi asla hayattan ayırmayın. Hayatın içinden bir parça olduğunu, insan elinden ve ruhundan beslendikçe hayatın içindeki hiçbir şeyden kopamayacağını asla unutmayın. Birbirinden ayrı düşünmeye başladığınızda saçmalamaya başlarsınız.
Bu yüzden bu bakış açısını oturtabilmeniz için size anlattığım şeyle yalnızca senaryo yazarlığı üzerine olsa da bir şekilde cümlelerin yolları hayatın içinden, mevcut düzenden ve doğadan geçiyor, geçecek.
Hepimize bol şans!
merhaba konuları anlatırken farklı alt dallarına göre aktaracağınızı söylemiştiniz. Örneğin bir dizi senaryosu kaleme alınacaksa onun girişi, açılış sahnesi nasıl olmalı? onunla da ilgili biraz yardımcı olur musunuz?