top of page
Yazarın fotoğrafıZeynep Dilara

Neden senaryon hala çekmecede duruyor?

Senin de mi hevesin kursağında kaldı?

Yeni ayın büyülü etkisiyle, ortak bir sancıya değinmek istedim…

Bu platformun takipçilerinin pek çoğu, özellikle başlangıçtan bu yana aramızda olanların neredeyse tamamı, yazıp bitirdiği en az bir tane senaryoya sahip. Ne mutlu bize!

Ancak üzülerek de olsa belirli bir yüzdenin durumunu ancak şöyle özetleyebiliyorum;

Bu senaryolar, belki sinema yolculuklarını başlatacak bir festival başvurusuna, belki bir kısa film çekme hayaliyle, belki bir televizyon serisi yaratma düşüncesiyle yazılmış, senaryoyu bitirdikten sonraki adımları atamadan çekmecelere kaldırılmış, kutulara kapatılmış, göz ucundan uzaklaştırılmışlar.


Bunun en önemli nedenlerinden birini, heyecanın kursakta kalması dediğimiz o çok üzücü, başka hiçbir şekilde ifade edemeyeceğim deneyime bağlayabiliyorum ve o duyguyu çok iyi biliyorum.


Senaryo yazmaya ilk başlarken, bizi yarı yolda durduran, yazdıklarımızı ekrana, perdeye taşımaktan bizi alıkoyacak olan tek şey, zannediyoruz ki, sektörün değerlendirmesi, projelendirme için uygun ortaklıkları kuramayacak olmamız ya da ülkedeki kültürel, toplumsal veya siyasi atmosfer.


Ama gerçekler hiç de o kadar uzağa gidemiyor. Bizi durduran, vazgeçiren, senaryolarımızı çekmecelere kaldırtan şey genellikle o ilk hevesin ne yazık ki kursağımızda bırakılması oluyor.


Okutmak için gönderdiğimiz kişilerin okumaması ya da okuması, ancak beklediğimiz şekilde heyecanımızı paylaşamamaları, anlamamaları ya da olumsuz yorumlarla geri dönmeleri.


Bu deneyimin ardından sağ çıkmanın ve hırsla, göz karartarak, “Gün göstermek” yeminleri etmeden, yolu ve niyetleri temiz tutarak ilerlemenin tek şartı şu soruya en samimi yanıtı vermekten geçiyor;

Neden Yazıyorsun?


Bu sorunun yanıtını içtenlikle kendisine vermiş hiçbir yazarı, kimse yazmaktan, yazdıklarını dünyaya ulaştırmaktan alıkoyamaz. Kimse önünde duramaz. Çünkü o, en acı yorumların içinden bile kazanımları seçebilir, değerleri bulabilir, onun yazarlık yolculuğuna hizmet edecek her şeye bir nimet gözüyle bakar. Kaleminin bereketini kaçırmaz.


Yanıtın, bulunması kolay bir yanıt olduğunu iddia etmiyorum. Çünkü benim de bulmam yıllar sürdü ancak bulduğumda anladım ki, yanıtı aslında hep biliyordum, sadece aklımı karıştıran başka arzular vardı başka arzu cümleleri yaratmıştım zihnimde. Bunu hepimiz yapıyoruz.

En merkezdeki o temel güdüyü, bizi yazmaya iten asıl nedenin keşfini geciktiriyoruz.

Bu aldanışın en bariz şekilde kendini bize belli ettiği anlar, yazdıklarımızı paylaştığımız insanları seçtiğimiz anlar oluyor.


Nelerle uğraştığımızın bilinmesini istemek kadar doğal bir arzu yok.

Gerçek gündemimizin ne olduğunu göstermek istemenin kötü bir tarafı yok.

Gizlerimizi, sırlarımızı, en derin benliğimizi belirli kişilerin görmesini arzulamanın yanlış bir yanı yok.

Neler yapmaya, yaratmaya yeterli olduğumuzu göstermek istemek, gururunu yaşamak neden yanlış bir şey olsun?

Zihnimizde nasıl değerlerin yeşerip yetiştiğini göstermek istemek, ne güzel bir duygudur!


Bunların her biri, her ne sebeple yazıyorsak, o yazma işini sürdürmek için bizi motive eden itici güçlerden biri. Ama nereye varacağını bilmediğimiz, aklımızda herhangi bir varış noktası yokken, kimsenin bize dair böyle bir beklentisi oluşmamış, bizi yönlendirmemişken, kendi kendimize kalemi elimize aldıran, masaya oturtan ve günlerce yazdıran şey nedir? Bunu bulmak gerekir.

Yukarıda saydıklarımın hiçbir doğrudan, bizi yazmaya iten o merkez güdü olamaz. Bu ancak, yazmayı, yazan kişi olmayı, yazar olmayı bir kostüm gibi üzerine biçmeye çalışan biri için merkez güdü olabilir. Hiçbir gerçek yazar, bu yukarıdaki amaçları merkez güdüsü haline getirmez, getiremez. Getirirse, yazamaz.


Peki öyleyse o merkez güdüyü nasıl keşfedeceğim?

“Bir yazar olan senle, kendi kendini tanıştıracaksın.”


Kendisiyle konuşmayan yazar, yazarlığını geliştiremez. Çünkü o merkez güdüyü henüz keşfedememiştir.


Elbette demiyorum ki bu kolaydır. Benden Bire-Bir Rehberlik alan ya da herhangi bir Çalışma Grubu’mda yer almış tüm danışan ve katılımcılara 25 sorudan oluşan bir form doldurtuyorum. Bu form, çok kişisel soruları soruyor, derinlemesine bir kişisel sorgulamadan geçmedikçe yanıtı verilemeyecek bir yaklaşımla, formu dolduran kişinin yaklaşımına erişmeye çalışıyor. Formları okuduğumda, kabaca bir fikrim oluyor ve şu sorunun yanıtına ulaşmaya yaklaşıyorum;

Bu insan neden yazıyor?


Formun ardından, değerlendirmemi konuşmaya başladığımızda, yazar ya da yazar adayı ile bir kişi olarak değil, onun yazar kişiliği ile iletişim kurmuş oluyorum ve birlikte bu yanıt arayışına devam ediyoruz. Amaç sadece yazan kişinin yazar kişiliğine erişmek ve yaklaşımını geri kalan her şeyden arındırarak o merkez güdüyü ortaya çıkarmak. Bu yoğun çalışmanın ardından bile, tam bir yanıta ulaşamadığımız zamanlar oluyor. Çünkü daha önce bunu kendi kendine yapma fırsatı hiç yakalayamamış bir yazarın, kendisinin bile hiç ulaşmayı denemediği o yazar kişiliğine ulaşmaya çalışıyorum. Yazar kişiliğimiz, masa başında yazmakta olan o fiziksel benliğimizden çok başka bir varlık.


Şimdi, biz yazarların bile kendi kendine ulaşması güç olan o yazar kişilikleri ve anlaması, kavranması güç olan o yaklaşım, istiyoruz ki yazdıklarımızı okuyan herhangi bir yabancı tarafından sezilsin, görülsün, anlaşılsın. Bu elbette belki yazdığımız kısa öykülerle mümkün olabilir, denemelerimizle, düşünce yazılarımızla, şiirlerimiz, şarkı sözlerimiz hatta belki sosyal medyadaki paylaşım açıklamalarımız ve yorumlarımızla bile mümkün.

Ancak biz bu tatmini senaryo okutarak yaşayamayız.

Senaryo okutmak, bu teknik metnin tüm inceliklerine hakim, belirli bir senaryo okuma, anlama, değerlendirme pratiği olan, okuduklarının neye hizmet ettiğini zihninde canlandırabilecek insanlarla karşılık bulabilen, anlaşılabilir bir yerden ilişki kurmak demek. Senaryo, her ne kadar biz yazarların, yazar kişiliklerini yansıtabilecekleri bir alan tanısa da, yazarın asıl kişiliği hikayenin merkezinde yatar ve senaryoya aktarılışında bu hikayenin özgün sesinin korunması pek çok farklı teknik bilgi ile mümkündür. Aynı şekilde yazarın özgün sesinin anlaşılması da bu teknik bilgiye hakim biri tarafından mümkündür. Kendi yazdığı senaryoyu kendisi perdeye ya da ekrana uyarlamayacak tüm yazarlar için bu yazdığım sonsuza dek geçerli olacaktır: Sizin kendi sesinizi senaryonun içinde duyurmanız ancak bunu duyabilecek nitelikteki insanların okumasıyla mümkün olacak. Burada bile farklılıklar görmek mümkün. Bir senaryoyu yapımcı başka gözle okur, başka reflekslerle değerlendirir, bir yönetmen bambaşka bir gözle okur, bambaşka reflekslerle değerlendirir, bir kanal patronu başka, bir yapım şirketi patronu başka, bir festival jurisi başka, bir kaynak sağlayıcı başka…


Kimse, senaristin yazarken gördüğü, duyruğu şeyi olduğu gibi, aynı şekilde görmez, duymaz. Bir senaryonun icrası, icra edecek olan departmanların duydukları, gördükleri, hissettikleri birer yeni versiyonu hayata geçirişleridir. Ortaya çıkan hepimizindir. Ama bu her birimizin bambaşka bir yerden ürettiği gerçeğini değiştirmez. Bizlerin, senaryolarımızı okutarak yazar kişiliğimizi duyurmaya dair, göstermeye dair arzumuzu tatmin edebilecek tek grup, sinema ve televizyon sektörünün üyeleri olmasına rağmen, onlar bile hiçbir zaman bizi, tam anlamıyla görmeyecek, duymayacaklar.


O yüzden bunu asla yapamayacak olan eşinize-dostunuza senaryolarınızı okutmayın.


Onlarla yalnızca hikayelerinizi paylaşın. Genel özetlerinizi okutun. Hikayenizin temelinde yatan o fikri paylaşın. Eğer sinopsis, story-line, log-line gibi teknik özetler yazdıysanız, onlara bu özetleri gösterin. Yorumlarını alın. Ama asla, kendinizden gerçekten emin olana kadar, yani senaryonun hiçbir şekilde sektörden birinin önüne çıkmadan çekmeceye kaldırılmayacağına emin olana kadar, senaryoyu sektör dışından kimseyle paylaşmayın.


Eğer etrafınızda, senaryo okuma deneyimi olan kimse yoksa, Bire-Bir Rehberlik Programı’nın 5 haftalık Seviye 3 uygulamasından yararlanmak için yazabilirsin@zeynepdilara.com adresine REHBERLİK başlığı ile e-posta gönderin. Senaryoları değil, senaryoların çekmeceye kaldırılma ihtimalini ortadan kaldıralım. Takvimimizi planlayalım, yazdıklarınızı okumaya, değerlendirmeye, analiz etmeye başlayalım.

Seviye 3: Okuma - Analiz - Strateji


Seviye 3’ü yalnızca, senaryolarını tamamlamış danışanların, okuma ve analiz desteği için uyguluyorum. Bu rehberlik uygulamasının ilk aşamasında eldeki hikayenin genel bir değerlendirmesi yapıyor, kısa film ya da uzun metraj, ana akım veya bağımsız sinema gibi sektörel bir değerlendirmeden geçiriyoruz ve hem hikayenin hem de yazarın, en yüksek faydadan süreci tamamlaması, senaryolarını hayata geçirmesi için bir plan yapıyoruz.


Bu aşama tamamen karşılıklı ve etkileşimli bir şekilde ilerliyor.

Senaryodan çok hikayenin yapı inşaasının kontrolü ve karakterlere değinerek başlıyoruz.


Eğer, bittiği düşünülen söz konusu senaryo aslında bitmemiş ise, geliştirilmeye ihtiyacı var ise, bu ilk adımdaki genel değerlendirmenin ardından senaryonun detaylı bir geliştirmesini gerçekleştiriyoruz ki, belirlenen sektörel ve yapım modeli odaklı yola en uygun şekilde senaryoyu kapatalım.


Senaryo kusursuz ise, daha ağırlıklı olarak senaryonun satışı ve uygulaması, projelendirilmesi gibi adımlara hazırlık yapıyoruz.


Toplam 5 haftalık bir süreçle çalışmayı tamamlıyoruz. Ancak ben sözleşmemizin başlangıç tarihinden itibaren devam eden 6 ay boyunca, rehberlik sonrası oluşabilecek sorulara yanıt vermek ve süreci rehberlik sonrası takip etmek için, danışanlara eşlik ediyorum.


Bu tam da aradığın rehberlik ise bana e-posta gönder!



245 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page